Monday, February 06, 2006

Bugün mail adrsime arkadaşım bir email yollamış. İyi anne olmak konusunda uzun uzun sohbetler yaparız biz. O arkadaşımında ikizleri var ve çalışan anne olmak maalesef acaba iyi bir anne değilmiyim kaygısını beraberinde getiriyor sanırım. Eğer sizlerde bizim gibi bu kaygıyı duyan bir anne iseniz bu yazı ilginizi çekecektir diye düşünüp paylaşmak istedim. yazı biraz uzun gibi görünsede pek çok noktada ben kendimi gördüm. Yazıyı aynen bana geldiği gibi aktarıyorum:

Oksijen maskelerinizi takın

"Mükemmel anne yoktur yeterince iyi anne vardır." Bu cümleyi konferansta Psikiyatri Uzmanı Dr. Banu Büyükkal'dan duydum. Ne kadar doğru bir söz aslında. Ama birçok anne yeterince iyi olmak yerine mükemmel olmaya çalışıyor. Ben de dahil! Üstelik nasıl mükemmel olunacağını bile bilmeden. Bunun bir reçetesi var mı acaba bilmiyorum ki! Her an, her saniye bebekle, çocukla olmak mı mükemmel annelik? Sanırım değil. Peki arada sırada nefes almak için kendine zaman ayırmak istemek yeterince iyi anne olmamak anlamına mı geliyor? Kendi durumum şu: Zaten çalıştığım için evde olduğum her an İpek ile olmam gerektiğini düşünüyorum. O süreçte kızım uyanıkken sevdiğim kitaptan birkaç sayfa okumak, VCD'de film seyretmek, cilt bakımı yapmak gibi sadece ve sadece kendime ait bir meşguliyetim olsa suçluluk duyuyorum! Normal mi? Siz de böyle hissediyor musunuz? İnsanın kendi için bir şeyler istemesi son derece doğal olmalı. Ancak çevredeki insanlarla da bir annenin daima çocuğuyla olması gerektiğine inanıyorlar. Kadın kocasıyla yemeğe çıksa; "Bu da çocuğu bırakıp bırakıp geziyor." diyenler de var; "Spora gidene kadar çocuğuyla ilgilensin" diyenler de. Hal böyle olunca insanın kendi için bir şeyler istemesi suçluluk duygusu yaratıyor. Ben de bu tip düşünceler içindeyken internette güzel bir yazı okudum. Her zaman olduğu gibi sizinle paylaşmak istedim. Psikolog Ebru Yılmaz tarafından kaleme alınan bu yazıda bakın neler yazıyor: Uçaklarda yapılan bir anons vardır. Tehlike durumlarında oksijen maskesini annelerin önce kendilerine sonra çocuklarına takmaları önerilir. Sıradan gibi görünen, belki de defalarca duyduğumuz bu anons, aslında çocuk eğitimi ile ilgili çok önemli bir felsefeyi içinde barındırmaktadır. Öğrenilen annelik rolünde çocuk hep önceliklidir. Ama çocuğunu kurtarmaya çalışırken, anne kendisini yok ettiğini fark etmez çoğu kez. Anne nefessiz kalırsa çocuğu kurtarma şansını tamamen yitirmiş olacaktır. Elbette ki çocukların öncelikli olduğu durumlar olmalıdır. Ama bu öncelikler anneyi yok edecek öncelikler olmamalıdır. Toplumumuzda annelik rolü ile "saçını süpürge etme" deyimi birlikte düşünülür. Anne kendinden vazgeçip, durmaksızın çocuğa bir şeyler vermeye başlayınca istemese de, aksini iddia etse de çocuktan beklentisi çok yükselir. Çocuk bu beklentileri bugün ya da gelecekte karşılayamayacaktır. Anne de böylesine vermişken, karşılık alamadığını düşünüp büyük hayal kırıkları ile baş başa kalır. Hepimizin çevresinde, belki çok yakınında çocukları için gençliğini feda etmiş anneler vardır. Böylesi bir ilişkinin sağlıklı olması beklenemez. Anne çocuklarına hiçbir zaman ödeyemeyecekleri bir borç vermiştir. Koskoca bir yaşamın bedelini hiçbir evlat ödeyemez. Ömür boyu minnet duyulan bir ilişki doğar; ki minnet duyularak kurulmuş bir ilişki, sağlıklı bir ilişki için hiç de tercih edilen bir biçim değildir. Ve bir gün gelir, beklentisi şu ya da bu şekilde karşılanmayan anne, "senin için neler yaptım der", aldığı cevapsa çok can acıtıcı olabilir; "yapmasaydın..." Aslında bu cümlenin alt yazısı annenin canını acıttığı gibi, çocuğun da canını acıtmaktadır. Çocuk "Yapmasaydın da beni böyle borçlu bırakmasaydın... Yapmasaydın da ben de kendimi daha özgür hissetseydim... Yapmasaydın da benden bu kadar çok şey beklemeseydin... Yapmasaydın da kendimi mutlu ve iyi hissettiğim anlarda bu kadar suçluluk duymasaydım..." Çok can acıtıcı değil mi sizce de? Çevremizde sıklıkla rastladığımız, çocuk doğunca hayattan istifa eden anneler vardır. İşlerini bırakırlar, kendileriyle ilgilenecek vakitleri yoktur, sosyal çevrelerinden yavaş yavaş izole olurlar, eşleriyle ilişkileri neredeyse aynı evde yaşayan iki arkadaş gibidir. Çocuğun doğumuyla hayat sanki durmuştur. Aradan dört beş yıl geçer, artık ufaklık büyümüş ve okul çağına gelmiştir. Şimdi ne olacak? Haydi, sil baştan mı? Ya da depresyon mu? Bildiğimiz bir şey var ki böylesine annelik odaklı bir yaşamda, çocukla kurulan ilişkinin, bir bağımlılık ilişkisi olması kaçınılmaz. Kendimize bazı sorular soralım. Bakalım annelik odaklı bir yaşamımız mı var: - En son ne zaman kız arkadaşlarla buluşup, yemeğe gittiniz? - En son ne zaman kendi başınıza bir kitapçıya gidip, yeni çıkan kitap ve albümlere göz attınız? - En son ne zaman eşinizle romantik bir akşam yemeği yiyip, el ele sokaklarda gezdiniz? - En son ne zaman iş çıkışı arkadaşlarınızla bir kahve içtiniz? - En son ne zaman eşinizle baş başa bir tatil yaptınız? Bu soruların yanıtları "çoook uzun zaman oldu, hatırlamıyorum" türündense, anneliği yaşayışınıza bir daha bakmak lazım. Eğer anne mutluysa çocuk da mutlu olacaktır. Anne mutsuzsa, kişisel birtakım tatminler yaşamıyorsa, okuduğu çocuk gelişimi kitapları pek de işe yaramayacaktır. Kısaca; öğrendiğiniz annelik rolüne kendinizle ilgili eklemeler ya da çıkarmalar yapmazsanız, yani kendinizi mutlu kılmazsanız, bu uzun soluklu yolculukta çabuk yorulmak, hatta bazen de tükenmek kaçınılmaz olacaktır. Gelelim babaları neden muaf tuttuğumuza... İtiraf etmek gerekirse babalar bu konuda annelerden daha iyiler. Hayat "anne" olmaktan çok başka anlamlar da içerir. "Annelik" en önemlisi olabilir ama asla tek anlam olmamalıdır. Yazıdan bazı bölümlerinden alıntı yapacaktım ama dayanamadım, hepsini yayınladım. Kanımca her bir paragraf ayrı önem taşıyor. Mutlu anneler olmamız ve mutlu çocuklar yetiştirmemiz dileğiyle…

No comments: