Saturday, February 25, 2006



MANTI

Mantı sevdiğim yemeklerin en başında gelenlerinden birisi. Genellikle yapımı zor olduğundan, ya dışarıda mantıcıda, ya da marketlerde hazır satılan mantılardan alarak yaparım. Ancak bu sefer kendim yaptım. Yapımı biraz zaman alıyor ve zahmetli. Ama insan kendi yaptığı mantıyıda daha bir iştahla ve zevkle ikram ediyor ve yiyor. Şimdi mantıdan söz açılmışken öğrenciliğim geldi aklıma. Ankara'da "Emek"te Tirmen adında bir mantıcı vardı. Bilmiyorum hala duruyor mu? Biz Tirmen'e bayılır sık sık mantı veya çiğ börek yemeye giderdik. Arkadaşlarımızla güle oynaya yediğimiz bu yemeklerin güzelliklerini hala hatırlarım. Bir de "Serender" pastahanesinin frambuazlı pastasına bayılır, sınavlarımız iyi geçmişse kendimizi ödüllendirmek için kızlar çetesi okulu kırar ve doğru pasta yemeye giderdik. Bu frambuazlı pasta öylesine özeldi ki bizim için krizlerimiz bile tutardı. Kantinde otururken sohbetin çok alakasız bir yerinde içimizden birisinden "ne!! frambuazlı pasta mı dedin?" sorusu gelir, kahkahaların ardından karar gecikmezdi "doooğru Serender'e"....... Hey gidi ne günlerdi. Bir mantı tarifinden yola çıktım nerelere zihin yolculuğu yaptım:) Her neyse sanırım Ankara'yı çok özledim. Gelelim mantının tarifine:

Malzemeler:
3 su bardağı un
1 yumurta
1 su bardağı ( veya belki çok az daha fazla) ılık su
1 tatlı kaşığı tuz
İç Malzemesi:
100 gr. Kıyma
1 adet kuru soğan
tuz, karabiber, kırmızı biber, kimyon
Kaynatmak için: 3 litre su, 1 tatlı kaşığı tuz, 1 yemek kaşığı sıvıyağ
Yapılışı: iç malzeme için soğanı çoook incecik doğradım. Kıyma ve baharatlar ile karıştırıp iyice yoğurdum. Daha sonra hamur malzemelerini karıştırarak sertçe bir hamur olacak şekilde yoğurdum. Bu hamurdan 1 beze çıkıyor. 2 kişilik. Hamuru tezgahı unlayarak ince olacak şekilde açtım. Hamurum ince olması gerekli. Bu yufkayı ikişer parmak kalınlığında şeritlere kestim ve sonra bu şeritleri kare olacak şekilde enlemesine kestim. İçlerine marcimek tanesi kadar iç harçtan koyarak köşelerinden ortada bileşecek şekilde kapadım. Un serptiğim bir tepsiye dizdim. Büyükçe bir tencereye su koyup kaynattım. Birkaç damla sıvıyağ damlatıp, 1 tatlı kaşığı tuz attıktan sonra bu mantıları tencerede kaynayan suya attım. Yaklaşık 10 dk kadar sonra hamurlar pişti. Bu arada yarım kilo kadar yoğurdun içerisine 3-4 diş sarımsak rendeledim. Diğer tarafta da bir tavada sıvıyağ ile 2 yemek kaşığı domates salçasını kaynattım. Birkaç damla su ilave ederek salçayı açtım. En son pişen mantıları bir tabağa koydum. Üzerine yoğurt döktüm. Yoğurdun üzerine salçalı sos koyup, nane, sumak ve kırmızı biber serperek servis yaptım. Biz bol yoğurtlu ve salça soslu seviyoruz. Arzu edilirse sadece sıvıyağ (veya tereyağı) kızdırılıp biraz kırmızı biber ilave edilerek üste dökülebilir.

Saturday, February 18, 2006

ANNEMİN ÇÖREĞİ
Geçenlerde Şaziyenin sitesini gezerken gördüm bu katlı çörekleri ve annemin de buna çok benzer çörekler yaptığı geldi aklıma. Yapalı bir kaç gün oldu aslında. Bugün de siteleri gezerken portakal ağacında da aynı tarif çıktı karşıma. Ben de tarif defterimi karıştırdım. Annemin yapımı ile yazıyorum ben. Tarif Şaziyeninkinden biraz farklı. Ama lezzeti süper. ertesi gün bile hala taptaze durabiliyor.
Malzemeler:
2 su bardağı süt
1 su bardağı sıvıyağ
42 gr. yaşmaya
3 yemek kaşığı toz şeker
1 yemek kaşığı tuz
Alabildiği kadar un
İçi İçin:
Peynir ve maydanoz çifti
Üzerine sürmek için 1 yumurta sarısı
İçine sürmek için:
1 su bardağı kadar eritilmiş tereyağı veya margarin (sıvıyağ olur mu bilmiyorum)
Yapılışı:
Ilık sütün içerisine şeker ve maya eklenir. Mayanın ariesi sağlanır. Daha sonra sıvıyağ, tuz ve yavaş yavaş ilave edilen un ile oldukça yumuşak bir hamur elde edilir. bu hamur üzeri nemli bir bez ile kapatılarak mayalanmaya bırakılır. Yaklaşık 2 saat sonra hamur iki katına kabarınca elde edilen hamur ikiye bölünür. İki parçadan her bir tanesi de 8'e bölünür. yani toplam 16 beze elde ediliyor. Her bir beze yemek tabağı büyüklüğünde oklava ya da merdane ile un serpilerek açılır. 8 tanesi üst üste konulur. Araları da eritilmiş tereyağ ile yağlanır. Aynı işlem diğer 8 parça bezeye de uygulanır. Yaklaşık yarım saat kadar beklenir. Sonra bu tabak büyüklüğünde açılarak araları yağlanmış ve üstüste konulmuş 8 bezeyi altına ve üstüne hafif un serperek yuvarlak olacak şekilde mümkün olduğu kadar ince açılır. 4'e bölünür ve her bir parça 3'e bölünür. Böylece 12 adet üçgen parçamız olacak. Üçgenin geniş kenarına peynirli maydanoz konulur ve kalın sigara böreği gibi sarılır. Diğer 8 beze için de aynı işlem uygulanır. tepsiye dizilir. Üzerlerine yumurta sarısı sürülür ve çörek otu-susam serpilir. Önceden hafif ısıtılmış 180 C fırında üzeri kızarana kadar pişirilir.

Tuesday, February 14, 2006


SEVGİLİLER GÜNÜNE ÖZEL LEZZETLER-2
Bu Browniler çok lezzetli ve şık oldular. Tarifini Pastacı Burcu'nun blıgundan aldım. Şimdiye kadar yaptığım ve yediğim onca değişik Browni arasında bu sefer yaptıklarım baş köşeye oturdu. Aşkınızı memnun etmek istiyorsanız bu cupcakeler tam sizlik :)Tarifi http://pastaci.blogspot.com/ adresinden "mavi güllü cupcake" başlığında bulabilirsiniz. Benim tarifte yaptığım değişiklik içerisine attığım yaklaşık1 su bardağı kadar donmuş vişne ve parçalara bölerek kekin içine kattığım 50 gr kadar bitter çikolata oldu. Oldukça yoğun bir çikolata tadı ile tam sevgililer gününe yaraşır bir tarif. Benden de bu tarif için kocccaman bir teşekkür Burcu'ya ( dilerim bir gün ben de senin gibi güzel pastalar yapabilirim Burcu) tekrar hepinizin SEVGİLİLER GÜNÜ KUTLU OLSUN :)


SEVGİLİLER GÜNÜNE ÖZEL LEZZETLER

Bu kurabiyelerin tarifi aynı Dolgu Kremalı kurabiye gibi. Aynı hamur ve içten, bu sefer yarım ölçü hazırladım. Sadece bu kez büyük parçalar alarak bir strech film arasına koyarak merdane yardımı ile 0,5 cm kalınlığında açtım ve kalpli kalıpla kestim. Her bir kurabiye için iki parça gerekiyor.Kalpli şeklin bir tanesinin ortasına dolgu harcından koyup ikinci kurabiyeyi üzerine kapattım. Kenarlarını uçlarından bir çatalla hafifçe ezerek sabitledim. Yağlı kağıt serilmiş bir tepsiye dizerek önceden ısıtılmış 180 derece fırında yaklaşık 20 dk. kadar fırınladım. Soğuyunca üzerine pudra şekeri serptim.

Bugün sevgililer günü ben de biricik aşkımın, eşimin sevgililer gününü kutluyorum. Bütün aşıkların günü kutlu olsun :)

Sunday, February 12, 2006



DOLGU KREMALI KURABİYE

Bu tarifi dr. Oetker Dolgu Kremasının arkasında okuduğum tarife göre yaptım. Tarif ilgi çekiciydi. Sonuç ise harika :) hem misafirlerinize gönül rahatlığı ile yapabileceğiniz, hem de çok çabuk tüketileceğine garanti verebileceğim bir kurabiye.

240 gr (2 su bardağı) mısır nişastası
330 gr. (3 su bardağı) un
1 poşet kabartma tozu
1 su bardağı pudra şekeri
2 yumurta
250 gr. Oda ısısında yumuşamış margarin.
Bütün malzemeler karıştırılarak bir hamur yapılır.
İç Dolgusuna:
1 poşet Dr. Oetker Dolgu Kreması, 2,5 çay bardağı soğuk süt ile mikserle 2 dakika çırpılır. İçerisine:
1 su bardağı kuru üzüm
1 çay bardağı fındık veya ceviz kırığı
1 çay kaşığı tarçın
2 çay bardağı damla çikolata (bu asıl tarifte yoktu ben ekledim) eklenip karıştırılır. Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar alınıp avuç içinde açılır. İçerisine iç malzemeden konulup bohça gibi katlanır. Yuvarlanarak yağlanmış tepsiye dizilir. 160 dereceye ısıtılmış fırında 25 dakika kadar pişirilir. İşte ağızda dağılan güzelim kurabiyeleriniz hazır. Afiyet olsun.



PEYNİRLİ BÖREK

Böreğin cazibesine dayanamayan sabırsız minik elden cesaretle güzel bir börek tarifi diyebilirim. Bunun için 5 adet yufkaya, 2 su bardağı yoğurt ve yarım bardak kadar su ile hafif çırpıp, 1 su bardağı sıvıyağ ve 1 yumurta ekleyerek oluşturacağımız karışıma ve peynir-maydanoz bileşkesine ihtiyacımız olacak. Tepsiye önce 1 yufkayı serip arasına sıvı karışım, üzerine 1 yufka ve yine sıvı karışım+1 yufka serip iç malzemeyi yaydım ve kalan yufkalarıda aralarına sıvı karışım sürmek ve en üste de 1 yumurta yı çırpıp yaymak suretiyle fırına sürdüm. İşte hem basit hemde lezzetli böreğim böylece ortaya çıkmış oldu.

Saturday, February 11, 2006

KISIR Yaptığım kısırlar genelde beğenilir. Ben de çok severek yaparım. Dahada çok severek yerim. Doğrusunu itiraf etmek gerekirse her gün olsa yerim:) Ben bu kısırı dün akşam bize bebek görmeye gelen dostlarımız Meltem ve Oğuz için yapmıştım. Birlikte çok güzel bir akşam geçirdik. Bugün benim damak tadıma uygun haliyle bir kısır tarifi vermek istiyorum.
Malzemeler:
3 su bardağı köftelik ince bulgur
1 demet maydanoz
1 demet taze soğan
1 çay bardağı zeytinyağı
2 yemek kaşığı dolu dolu domates salçası
1 tatlı kaşığı biber salçası
1 er çay kaşığı olmak üzere: karabiber, kimyon, kırmızı biber
1 tatlı kaşığı kadar tuz (artırılıp eksiltebilir)
2 tatlı kaşığı nane
1 tatlı kaşığı sumak
2 limonun suyu
Yapılışı:
Bulgur derin bir kaba konulup üzerini bir parmak geçecek kadar kaynar su ve tuz eklenir. Kabın ağzı bir kapakla örtülüp, bulgurun demlenmesi sağlanır. Bu arada ayıklanıp incecik doğranmış soğan ve maydanozlar hazırlanır. Bulgur suyunu çekip demlendikten sonra diğer tüm malzeme içerisine katılıp karıştırılır. En son soğan ve maydanozlar ilave edilir. Ben kısıra rendelenmiş mor lahana da koyarım çok lezzetli olur. Ama dün evde olmadığı için koymadım. Arzu eden olursa öylede çok lezzetli olduğunu belirteyim. 2 limon çok gibi görünebilir. Ama biz hafif ekşili seviyoruz. Siz hafif ekşili sevmiyorsanız 1 limon koyabilirisiniz. Dedimya ben kendi damak tadıma göre yazdım.

Thursday, February 09, 2006



BİR KLASİK: AŞURE

Taaa Nuh peygamber zamanına dayandırılan bir geçmişi var aşurenin. Evlerde bereketi temsil eden, kültürümüzün belkide en güzel, en besleyici ve zor tatlısı. Bir inanışa göre Aşure ayında her evde mutlaka pişirilmesi ve 7 kapıya dağıtılması gerekirmiş. Ben de bugün iş dönüşü aşuremi yapmaya karar verdim. Aslında saat 17.00 civarıydı ve acaba geç mi oldu diye düşünürken "haydi" dedim kendi kendime. Malzemelerim vardı ve çokta uzun sürmedi yapması. Saat 20.00 olduğunda dağıtmıştım bile:) Gerçekten zor değil aşure yapmak. Lezzetli bir aşure tarifi ekliyorum bloguma. İnşallah hem evimize hem de bloguma bereket getirir :)

Malzemeler:

2 su bardağı yarma (dövme buğday)
1 su bardağı kuru fasulye
1 su bardağı nohut
1\2 çay bardağı pirinç
3-4 su bardağı toz şeker
10 adet kuru kayısı
Yarım su bardağı iri çekilmiş ceviz-fındık
1 su bardağı kuru üzüm
5-6 adet kuru incir (incir aşurenin rengini koyulaştırıyor ben koymadım)
1 adet portakalın kabuğu
3-4 adet karanfil
1 çimdik tuz
Yapılışı:
Kuru fasulye, nohut ve yarma bir gece önceden ayrı ayrı ıslatılır. Ertesi gün haşlanır. Ya da benim gibi aniden yapmaya karar verdiyseniz ve düdüklü tencerenizde varsa hepsini aynı anda düdüklü tencereye koyup,pirinci de ekler ve üzerlerini yaklaşık 5 parmak geçecek kadar su ekleyip pişirebilirsiniz. Ben bütün bakliyat piştikten sonra yarma çok su çektiği için biraz daha sıcak su ekledim üzerine. Hani hafif koyu bir çorba kıvamında olana kadar. Net bir miktar veremiyorum çünkü her çeşit yarmanın su kaldırma oranı da değişiyor. Daha sonra bu haşlanmış bakliyatı büyükçe bir tencere içerisine aldım. Ateşi oldukça kısık ateşe alarak pişirme işlemine devam etmek gerekiyor. Ayrı bir tencerede küçük doğranmış kuru kayısıları ve üzümleri üzerlerini geçecek kadar su ile yaklaşık10 dakika kadar haşladım ve bunları ana tencereye ekledim.bir çimdik tuzu attım. Karanfilleri ekledim. Bir adet portakalı rendeleyip içerisine kattım. Bu portakalın kattığı lezzeti ben çok seviyorum doğrusu. En sonunda şekeri ilave ettim. Neden en son şeker derseniz; şekeri erken koyarsak dibi tutuyor tencerenin. Daha önceki denemelerimden tecrübe ile sabittir. Siz denemeyin J En son aşamada yaklaşık 5 dakika kadar daha ateşte tutup daha sonra kaselere boşaltıp üzerlerine tarçın, ceviz-fındık (ve varsa nar taneleri) ile süsledim. Dilerim evlerinizin bereketi ve tadı hiç eksik olmasın.

Tuesday, February 07, 2006

PIRASALI BÖREK
Dün akşam çayın yanına yaptım bu pırasalı böreği. Çok uyumlu bir ikili oldular: çay ve pırasalı börek:)
Malzemeler:
5 adet yufka
1çay bardağı süt
1 buçuk çay bardağı yoğurt
2 çay bardağı sıvıyağ
1yumurta (sarısını üzerine sürdüm, akını karışıma kattım)

İç harcı:
4 adet pırasanın beyaz kısmı
2 adet havuç
2 yemek kaşığı zeytinyağı
yaklaşık 100 gr kadar beyaz peynir ya da lor peyniri (ben bazen harca hiç peynir katmıyorum o da çok güzel oluyor)

Yapılışı:
Önce iç harcını hazırladım. Bunun için: pırasaları yıkadıktan sonra sadece beyaz kısımlarını çok incecik doğradım. 2 adet havucu rendeledikten sonra bir tavaya 2 kaşık zeytinyağını koydum ve havuçları biraz kavurdum. Havuçlar yumuşayınca üzerlerine pırasaları ilave ettim. Tuz, biraz karabiber ve kırmızı biber kattım. Pırasalar yumuşayıncaya kadar pişirdim. Soğumaya bıraktım. Soğuduktan sonra içerisine ezdiğim beyaz peyniri ilave ettim. Lor peyniri de oldukça güzel oluyor. Diğer tarafta süt, yoğurt, zeytinyağı ve bir yumurtanın akını iyice karıştırdım. Yağlanmış olan fırın tepsisine önce bir yufkayı bütün olarak serdim. Daha sonra hazırladığım sütlü karışımdan üzerine gezdirdim. İki kat daha yufka serip aralarına karışımdan döktükten sonra iç harcını yaydım ve kalan yufkaları aralarına karışım sürerek yaydım. Üzerine yumurta sarısı sürüp susam ve çörekotu serptim ve 180 C fırında üzeri kızarana kadar pişirdim. yumuşacık lezzetli bir börek oldu.

Monday, February 06, 2006

Bugün mail adrsime arkadaşım bir email yollamış. İyi anne olmak konusunda uzun uzun sohbetler yaparız biz. O arkadaşımında ikizleri var ve çalışan anne olmak maalesef acaba iyi bir anne değilmiyim kaygısını beraberinde getiriyor sanırım. Eğer sizlerde bizim gibi bu kaygıyı duyan bir anne iseniz bu yazı ilginizi çekecektir diye düşünüp paylaşmak istedim. yazı biraz uzun gibi görünsede pek çok noktada ben kendimi gördüm. Yazıyı aynen bana geldiği gibi aktarıyorum:

Oksijen maskelerinizi takın

"Mükemmel anne yoktur yeterince iyi anne vardır." Bu cümleyi konferansta Psikiyatri Uzmanı Dr. Banu Büyükkal'dan duydum. Ne kadar doğru bir söz aslında. Ama birçok anne yeterince iyi olmak yerine mükemmel olmaya çalışıyor. Ben de dahil! Üstelik nasıl mükemmel olunacağını bile bilmeden. Bunun bir reçetesi var mı acaba bilmiyorum ki! Her an, her saniye bebekle, çocukla olmak mı mükemmel annelik? Sanırım değil. Peki arada sırada nefes almak için kendine zaman ayırmak istemek yeterince iyi anne olmamak anlamına mı geliyor? Kendi durumum şu: Zaten çalıştığım için evde olduğum her an İpek ile olmam gerektiğini düşünüyorum. O süreçte kızım uyanıkken sevdiğim kitaptan birkaç sayfa okumak, VCD'de film seyretmek, cilt bakımı yapmak gibi sadece ve sadece kendime ait bir meşguliyetim olsa suçluluk duyuyorum! Normal mi? Siz de böyle hissediyor musunuz? İnsanın kendi için bir şeyler istemesi son derece doğal olmalı. Ancak çevredeki insanlarla da bir annenin daima çocuğuyla olması gerektiğine inanıyorlar. Kadın kocasıyla yemeğe çıksa; "Bu da çocuğu bırakıp bırakıp geziyor." diyenler de var; "Spora gidene kadar çocuğuyla ilgilensin" diyenler de. Hal böyle olunca insanın kendi için bir şeyler istemesi suçluluk duygusu yaratıyor. Ben de bu tip düşünceler içindeyken internette güzel bir yazı okudum. Her zaman olduğu gibi sizinle paylaşmak istedim. Psikolog Ebru Yılmaz tarafından kaleme alınan bu yazıda bakın neler yazıyor: Uçaklarda yapılan bir anons vardır. Tehlike durumlarında oksijen maskesini annelerin önce kendilerine sonra çocuklarına takmaları önerilir. Sıradan gibi görünen, belki de defalarca duyduğumuz bu anons, aslında çocuk eğitimi ile ilgili çok önemli bir felsefeyi içinde barındırmaktadır. Öğrenilen annelik rolünde çocuk hep önceliklidir. Ama çocuğunu kurtarmaya çalışırken, anne kendisini yok ettiğini fark etmez çoğu kez. Anne nefessiz kalırsa çocuğu kurtarma şansını tamamen yitirmiş olacaktır. Elbette ki çocukların öncelikli olduğu durumlar olmalıdır. Ama bu öncelikler anneyi yok edecek öncelikler olmamalıdır. Toplumumuzda annelik rolü ile "saçını süpürge etme" deyimi birlikte düşünülür. Anne kendinden vazgeçip, durmaksızın çocuğa bir şeyler vermeye başlayınca istemese de, aksini iddia etse de çocuktan beklentisi çok yükselir. Çocuk bu beklentileri bugün ya da gelecekte karşılayamayacaktır. Anne de böylesine vermişken, karşılık alamadığını düşünüp büyük hayal kırıkları ile baş başa kalır. Hepimizin çevresinde, belki çok yakınında çocukları için gençliğini feda etmiş anneler vardır. Böylesi bir ilişkinin sağlıklı olması beklenemez. Anne çocuklarına hiçbir zaman ödeyemeyecekleri bir borç vermiştir. Koskoca bir yaşamın bedelini hiçbir evlat ödeyemez. Ömür boyu minnet duyulan bir ilişki doğar; ki minnet duyularak kurulmuş bir ilişki, sağlıklı bir ilişki için hiç de tercih edilen bir biçim değildir. Ve bir gün gelir, beklentisi şu ya da bu şekilde karşılanmayan anne, "senin için neler yaptım der", aldığı cevapsa çok can acıtıcı olabilir; "yapmasaydın..." Aslında bu cümlenin alt yazısı annenin canını acıttığı gibi, çocuğun da canını acıtmaktadır. Çocuk "Yapmasaydın da beni böyle borçlu bırakmasaydın... Yapmasaydın da ben de kendimi daha özgür hissetseydim... Yapmasaydın da benden bu kadar çok şey beklemeseydin... Yapmasaydın da kendimi mutlu ve iyi hissettiğim anlarda bu kadar suçluluk duymasaydım..." Çok can acıtıcı değil mi sizce de? Çevremizde sıklıkla rastladığımız, çocuk doğunca hayattan istifa eden anneler vardır. İşlerini bırakırlar, kendileriyle ilgilenecek vakitleri yoktur, sosyal çevrelerinden yavaş yavaş izole olurlar, eşleriyle ilişkileri neredeyse aynı evde yaşayan iki arkadaş gibidir. Çocuğun doğumuyla hayat sanki durmuştur. Aradan dört beş yıl geçer, artık ufaklık büyümüş ve okul çağına gelmiştir. Şimdi ne olacak? Haydi, sil baştan mı? Ya da depresyon mu? Bildiğimiz bir şey var ki böylesine annelik odaklı bir yaşamda, çocukla kurulan ilişkinin, bir bağımlılık ilişkisi olması kaçınılmaz. Kendimize bazı sorular soralım. Bakalım annelik odaklı bir yaşamımız mı var: - En son ne zaman kız arkadaşlarla buluşup, yemeğe gittiniz? - En son ne zaman kendi başınıza bir kitapçıya gidip, yeni çıkan kitap ve albümlere göz attınız? - En son ne zaman eşinizle romantik bir akşam yemeği yiyip, el ele sokaklarda gezdiniz? - En son ne zaman iş çıkışı arkadaşlarınızla bir kahve içtiniz? - En son ne zaman eşinizle baş başa bir tatil yaptınız? Bu soruların yanıtları "çoook uzun zaman oldu, hatırlamıyorum" türündense, anneliği yaşayışınıza bir daha bakmak lazım. Eğer anne mutluysa çocuk da mutlu olacaktır. Anne mutsuzsa, kişisel birtakım tatminler yaşamıyorsa, okuduğu çocuk gelişimi kitapları pek de işe yaramayacaktır. Kısaca; öğrendiğiniz annelik rolüne kendinizle ilgili eklemeler ya da çıkarmalar yapmazsanız, yani kendinizi mutlu kılmazsanız, bu uzun soluklu yolculukta çabuk yorulmak, hatta bazen de tükenmek kaçınılmaz olacaktır. Gelelim babaları neden muaf tuttuğumuza... İtiraf etmek gerekirse babalar bu konuda annelerden daha iyiler. Hayat "anne" olmaktan çok başka anlamlar da içerir. "Annelik" en önemlisi olabilir ama asla tek anlam olmamalıdır. Yazıdan bazı bölümlerinden alıntı yapacaktım ama dayanamadım, hepsini yayınladım. Kanımca her bir paragraf ayrı önem taşıyor. Mutlu anneler olmamız ve mutlu çocuklar yetiştirmemiz dileğiyle…